15 Ekim 2017 Pazar

AMBARLI H. OSMANAĞA CAMİİ


AMBARLI H. OSMANAĞA CAMİİ

SOMON BALIĞININ MUCİZE YOLCULUĞU



Tatlı suda doğup, tuzlu suda (okyanusta) büyüyüp, tekrar tatlı su kaynağına geri dönmek için, 3200 km'lik yol kat eder.

90 derece dikey yokuşları ok gibi fırlayararak, nehir kolunu hassas bir şekilde ısrarla geçer. Nihayet doğduğu gölü mucizevi bir şekikde bularak, yumurtasını oraya bırakan efsanevi bir balıktır.

SOMON: Ayni zamanda, Her canlının rızkına kefil olan yüce Allah (cc), vaadini yerine getirircesine, o tırmanışlı güzergahta, başka canlılarında beslenmesine ve yaşamına vesile oluyor. 

{Bir Ayet}
(Birçok canlı, rızkını kendi elde edemez. Sizin de, onların da rızkını Allah verir.) [Ankebut 60] 

SON NEFES

SON NEFES
~Bismillahirrahmanirrahim~
"Sekr" kişi ile aklı arasına giren, aklı gideren bir hâl demektir ki, aklı gideren sarhoş edici maddelere genel olarak "müskir" ya da "musekkir" adı verilmektedir. Bu kelime gazap, aşk, elem, dalgınlık veya bir acıdan ötürü gelen baygınlık için de kullanılmakta ve bu hâle de "sekr" denilmektedir ki, buradaki kastımız budur. Yanl "sekr"in çoğulu olan "sekerat" ile, ölum anındaki ıstırap ve baygınlıklar kastedilmektedir burada.
Buna göre, Kur'anî bir terim olan "Sekeratü'l-Mevt" terimi "insanın ölumüne delalet eden ölüm baygınlıgı" manasına gelir.
Hepimizin bildigi gibi ölüm, ruhun cesetten ayrılışıdır ki, ölümün sekeratı vardır. Nitekim ayet-i kerimede ölümden kaçan insanlara bir gün mutlaka bu sekerat-ı mevtin geleceği bildirilmiştir.(Kaf, 50/19)
Hz. Aişe validemizden rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz (asm)'in son hastalığında yanlarında bir kap içerisinde su vardı. Rasulullah (asm) mübarek ellerini suya daldırıp yüzüne sürüyor ve şöyle diyordu:
“Allah'dan başka tanrı yoktur. Muhakkak ölümün sekeratı vardır." sonra ellerini kaldırıp: "Refiku'l-A'la'da" diyor, ta ki ruhu kabzolunup eli aşağıya düşünceye kadar.(Buhari, Rikak, 42)

Yine muhaddislerin Hz. Aişe'den rivayet ettikleri diğer bir hadis-i serifte de Rasulullah (asm) bu hastalığında, elini suya sokup yüzünü ıslattıktan sonra:
"Allah'ım, sekerat-ı mevtte (ölüm zahmeti ve baygınlığında) bana yardım et."(İbn Mace, Cenaiz, 64; Tirmizi, Cenaiz, 8) diye dua ediyordu.

Hz. Aişe validemiz diyor ki;
"Ben Hz. Peygamberin, vefatında çektiği ızdırabı gördükten sonra, kolay ölmesinden dolayı kimseye gıpta etmem (imrenmem)"(Tirmizi, Cenaiz, 8)
 
Diğer bir rivayette de Hz. Aişe:
"Rasulullah (asm), benim midemle boğaz çukurum arasında (göğsümde) olduğu hâlde vefat etti. Rasulullah (asm)'den gördüğüm şeyden sonra, ölümün şiddetini kimse için çirkin saymam." (Nesai, Cenaiz, 6) demiştir.


Ölüm anında meleklerin görünerek herkese makamını bildirmeleri, sekerat-i mevt ve bu esnadaki durumlar dünyadakilerin muttali olamayacakları gaybi hakikatlerdendir. Mu'minin, gaybi hakikatlere dair Allah ve Rasülünün verdiği her habere inanması zaruridir. Kesin haberle bildirilmiş olan bu durumlara her Müslümanın kesin olarak inanması gerekir. Aksi hâlde imanı tehlikeye düşer.
Şer'i nasslarda, dünyada yaşarken iyi hal üzere olanların, yani iman edip emir ve yasaklara titizlikle riayet edenlerin ölumlerinin kolay olacağı ve ölüm meleğinin onlara rifk ile (yumuşaklıkla) muamele edeceği, bunun zıddı bir yaşayışa sahip olanların ise ölümlerinin şlddetli olacağı, ölüm meleğinin de hayatını küfür, isyan ve kötülükler peşinde koşarak geçirmiş olan bu insanlara sert muamele edecegi bildirilmiştir. Ancak bu, değişmez bir kaide değildir. Ölum anında Allah'ın sevgili kullarının acı çektiği, Allah'a isyan ile ömür geçirmiş olanların ölümlerinin ise çok kolay olduğu da olur.
Nitekim Rasulullah (asm)'in, ölümü anında çektiği ızdırap şiddetli olmuştur. Musa (As)'in, ruhu kabzolunduktan sonra Cenab-ı Hakk'ın kendisine ölümü nasıl bulduğunu sorması üzerine verdiği cevapta:
"Nefsimi tavada kızartılan diri serçe gibi buldum, ölmez ki istirahata kavuşsun, kurtulamaz ki uçsun."
demesi de ölümün Allah'ın sevgili kulları için de bazan şiddetli olabileceğine delalet eder. Diğer bir rivayete göre Hz. Musa: 
"Kasabın elinde derisi yüzülen koyun gibi." (bk. Hasan İdvi, Meşarik, Mısır, 1316, s. 15) demistir.


Peygamberimiz (asm), az günah işleyenlerin ölümünün kolay olacağını haber verdiği ve Kelime-i Tevhid getirmiş olanlara, yani mü'minlere ölümleri anında zillet ve korku olmayacagını haber verdigi hâlde,(Münziri, et- Terğib ve’t-Terhib, 2/416-417) ölümden sonraki hayatlarının en yüksek saadet derecesinde olacağını Kur'an'ın haber verdiği bu büyük zevatın ölüm anındaki şiddetli ızdıraplarınnı sebebi nedir?
İslam alimleri, ölüm anında ızdırap çeken insanların ızdırap sebeplerinin farklı olduğunu haber vermişlerdir.(bk. Hasan İdvi, a.g.e., 40) Buna göre, sekerat-ı mevtin şiddeti şu dört gayeden biri içindir:
1. Manevi derecesini daha çok yükseltmek istediklerine Allah, ölümü anında ızdırap çektirir. Peygamberlerin ve Allah'ın salih kullarının sekerat-ı mevtlerinin şiddetli olması bu sebepledir. Onların ölüm anındaki ızdıraplara katlanmaları, Allah katındaki derecelerini daha fazla yükseltir. Onun için de bu büyük zatların hiçbiri ölüm acılarından ötürü hoşnutsuzluk gostermemişler, daima derecelerinin daha yüksek olması için Allah'a dua etmişlerdir.
2. Allah Teala, günahlarını affetmek istediği mü'min kullarının günahlarına kefaret olsun diye sekerat-ı mevtlerini şiddetli eyler. Mü'min, dünya hayatında iken çektiği her acı ve ıstıraba, hatta ayağına batan bir dikenin acısına bile karşılık alacağı ve bu ıstıraplara karşılık olarak bir günahının affolunacağı, günahı yoksa bir sevap yazılacağı için, onun ölüm anında çektiği ıstırap ve acıları da karşılıksız kalmayacaktır. Bu hakikati kavramış olan Hz. Ömer (v. 23/643) şöyle diyordu:
"Mü'minin üzerinde günahlarından hayatta iken -iyi amelleri ve tövbesiyle silinmemiş- bir şey kalacak olursa, Allah ona sekerat-ı mevti şiddetli kılar. Böylece ruhu cennete ulaşır. Kâfir de dünyada iyi bir iş yapmışsa, onun karşılığı olmak üzere, Allah ona ölümü kolaylaştırır ve yaptığı iyiliğin karşılığını dünyada almış olarak onu cehenneme atar."


Kâfirlerden kolay bir şekilde ölenler varsa onlara imrenmemeli, asıl ölümden sonraki hayatı huzur içinde olacak olanlara imrenmeli. Çünkü kâfirin göreceği mukafatın tamamı dünyada, mü'mininki ise hem dün­yada hem de ahirettedir. Allah Teala biz Müslümanlara kâfirlerin dünyadaki bolluk ve refahlarına hayret etmememizi, imrenmememizi emretmiştir.(Tevbe, 9/55) 
Biz onlardan ölümü kolay olanlara da imrenmeyiz ki, zaten bu pek nadir olur. Genellikle azapları ölüm anından itibaren başlar. Melekler onların ruhlarını alırken onlara azap ederler. İleride açıklanacağı üzere bu, onların azaplarının baslangıcıdır.
Ölüm anındaki acı ve ıstırapların, mu'minin günahına kefaret olacağını kavramış olan Ömer b. Abdulaziz 
(v. 101/720) de şöyle diyor:
"Bana ölüm sekeratının kolaylaştırılmasını istemem, arzu etmem. Çünkü o, mü'minin günahlarını örten ve derecesini yükselten son kefarettir."(İbn Hacer, Fetfu’l-bari, 11/365)

 Mü'minin ölümü anında çektiği acı ve ıstıraplar günahlarına kefaret olmakla beraber, onun melekler tarafından müjdelenişi ve meleklerin onu Allah'a kavuşma sevincine garkederek rifk ile muamele edişleri; mü'minin de Rabbına kavuşma sevinci içinde oluşu, sanki hiçbir şey duymamışcasına kendisine ölüm acılarını kolaylaştırır. Bu dünyada bile böyledir. İnsan, çok büyük zorluklara katlanarak yaptığı bir işin karşılığını alınca, çektiği sıkıntıları hemen unutur, hiç çekmemiş gibi olur.


3. Sekerat-ı mevti şiddetli olanlardan bir kısmı da, baştan başa bir imtihan olan dünya hayatlarının sonunda bir kez daha denenir ve son imtihana tabi tutulurlar. Yani bunların elem ve ıstıraplarının gayesi de denemek ve tecrübe etmektir. Tabii neticede de ona göre karşılıklarını alırlar.
4. Ebedi cezanın başIangıcı olarak ölüm sekeratı şiddetli olanlar da vardır ki bunlar, dünya hayatlarında iman etme şerefine erişemeyip, hep kötülük peşinde koşan kâfir ve zalimlerdir. Bunların hali Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılmaktadır:
"Ölüm sarhoşluğu ve şiddetleri içinde meleklerin de ellerini uzatarak kendilerine (zalimlere): 'Haydi, canlarınızı kurtarın! Allah'a karşı hak olmayanı söylemiş olduğunuz ve Allah'ın ayetlerinden büyüklenerek uzaklaşmış bulunduğunuz içindir ki, bugün hakaret azabıyla cezalandırılacaksınız.' dediklerinde sen o zalimleri bir görsen."(En'âm, 6/93)


Bu ayet-i kerime, kâfir ve zalim olanların ölürken azap göreceklerini beyan etmektedir. Âyette bildirilen, me­leklerin ellerini uzatmalarından kasıt döğmeleridir ki, bu dövme, Bedir Gazvesi'ne katılan müşrikler hakkında inmiş olup, hükmü umum kâfirleri kapsayan şu ayet-i kerimede açıkca ifade edilmiştir:
"(Ya Muhammed!) Meleklerin, o kâfirlerin yüzlerine ve sırtlarına vura vura ve: 'Tadın cehennem azabını!..' diyerek, canlarını alırken bir gözlerinle görseydin."(Enfal, 8/50)


Müfessirler, bu ayetteki dövmekten maksadın azap etmek olduğunu söylemişlerdir. Bu dövme şeklindeki azap, onların ruhları cesetlerinden çıkancaya kadar sürer. "Haydi canlarınızı kurtarın"dan murat ise sudur: Kâfiri ölümü anında melekler azapla, nekal (felaket ve ceza) ile, aglal (kelepçe ve susuzluk) ile, selasil (zincirler) ile, cehennem ve kaynar su ile ve Allah'ın gazabı ile müjdelerler. O zaman ruhu cesedinde parçalara ayrılır ve cesetten çıkmaktan çekinir. İste o zaman rnelekler o kâfirlere. ruhları cesetlerinden çıkıncaya dek: "Haydi canlarınızı kurtarın!" diyerek vururlar. Yani ruhlarınızı cesetlerinizden çıkarın, derler. Ve dünyada Allah'ı yalanladığınız, onun âyetlerine uymaktan ve Rasullerine boyun eğmekten kibirlendiğiniz içln bugün hakaret azabıyla cezalandırılacaksınız, derler. Böylece onların şiddetli sıkıntıları kat kat artar, tıpkı suyun, suda bogulanı kapladığı gibi, onları da korkular ve dayaklar kaplar...
(bk. Doç. Dr. Süleyman TOPRAK, Ölümden Sonraki Hayat)
Selam ve dua ile...

EY RABBİM! 

BİZLERİ Bu dunya nefsimize uydurma, son nefesimizde Kelime-i şehadetini gitirerek ruhumuzu teslim etmemizi nasip eyle.
Şeytanın kalbimize girip saptırmasına fırsat verme. AMİN..


***

BİR ÖLÜ DİYOR Kİ...
Buz gibi bedenime, beyaz kefeni.


Ölçtüler biçtiler, dost bildiklerim.


Eşim, dostum, kardeşim el ele verip.


Musallaya koydular, can bildiklerim..!


Kıldırdılar namazımı, kırk saniyede.


İndirdiler mezara, on saniyede.


İncecik bir kefenle, kara toprağa.


Yatırdılar bedenimi, dost bildiklerim..!


Tahtaları dizdiler, bir bir kabrime.


Acımadı hiç kimse, o an halime.


Kürek kürek, toprak atıp üstüme.


Karanlığa boğdular, dost bildiklerim..!


Anladım ki eş, dost hepsi yalanmış.


Bir fatiha okuyan, bırakıp kaçmış.


Kabir denen bu yer, ne kadar darmış.


Yapayalnız bıraktılar, can bildiklerim..!


İndiler baş ucuma, münkerle nekir.


Açtılar defterimi, sordular bir bir.


Kalmadı gizli, saklı hiçbir amelim.


Allah'ım, ne kadar zor imiş kabir..


***
Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile!.. 

(Nisa Sûresi 78.Âyet)

CİMRİ ZENGİN VE DİLENCİ HİKAYESİ




ZENGİN VE DİLENCİ

Vaktiyle çok zengin bir adam vardı. O kadar zengindi ki. malının ve parasının hesabını bilmezdi. Yine de son derece cimriydi.

Günlerden bir gün kapısına bir fakir geldi.

— Allah rızası için karnımı doyurun, diye yalvardı. Merhametsiz zengin:

— Defol kapımdan. Çalışıp kazanacağın yerde dilen­mekten utanmıyor musun? Defol, dedim...

Fakir boynunu büktü.

— Ne tuhaf. Hadi ben fakir olduğum için yüzümü bu­ruşturuyorum, sen zengin olduğun halde gülmeyi, güzel söz söylemeyi unutmuşsun.

— Defol dedim, defol..

— Kibirlenme, ne fakirlik, ne zenginlik ebedidir.. Bir gün bütün malını kaybedip fakir olabileceğini hiç düşün­dün mü?

Merhametsiz zengin büsbütün sinirlendi. Hizmetçisine bağırdı:

— Defet şu herifi başımdan! Hizmetçi ezile-büzüle fakiri kovdu. Bir kaç yıl geçti...

Merhametsiz cimri zenginin işleri bozuldu. Her şey ters gitmeye başladı. Sanki altını tutsa kömür oluyordu. Bütün parası kısa süre içinde erimiş, elinde avucunda hemen hiçbir şey kalmamıştı.

Ve bir gün hizmetçisi karşısına dikildi:

— Bana izin, dedi. Ücretimi veremediğin için yanında çalışamam. Kendime başka bir kapı aramalıyım.

Eski zengin bağıra çağıra hizmetçiyi kovdu. Hizmetçi gitti, merhametli bir zenginin yanında iş buldu. Yeni efendisi çok iyi kalpliydi. Kapısına gelen her fakirin kar­nını doyurur, elbise verir, cebine de bir miktar harçlık koyup duasını alır, öyle gönderirdi.

Bir gün yine kapısına bir fakir geldi. Adam perişan haldeydi. Günlerce yemek yemediği ilk bakışta anlaşılı­yordu. Kapıdan elini uzattı:

— Allah rızası için bir dilim ekmek verin.

İyi yürekli, merhametli ve cömert zengin hizmetçisini çağırdı. Kapıdaki dilenciyi gösterip:

— Yemek ver, diye emretti, sırtına elbise giydir, cebine harçlık koy...

Hizmetçi kapıdaki dilenciye yemek götürdü. Ama yü­zünü görür görmez hayretler içinde kaldı. Efendisine koştu, nefes nefese:

— Efendim, diye konuştu, kapıdaki dilenci kim biliyor musunuz?..

— Kim?..

— Benim eski efendim! Yanından ayrıldığım cimri zengin!..

Merhametli zengin gülümsedi.

— Ya beni tanıdın mı? diye sordu. Sen onun yanında çalışırken kapısına gelmiştim. Beni kovmanı söylemişti. Çalış ve kazan, dilenmeye utanmıyor musun? demişti. Allah'ın hikmetine bak ki o fakirleşti ben zengin oldum. Kimse servetine güvenmemeli, kimse de fakirliğinden utanmamalı. Allah herkesin Rabbidir, bol hazinesinden istediğine verir. Kul kendisine verilen serveti Allah yolun­da harcamalı...

10 Altın Anahtar

1- Nefes alın. Ne zaman sıkılırsanız, farkında olun ve nefes alın. Nefes ruhunuzun beden ile bağıdır. Bu bağlantınız hep yerinde olsun.

2- Su için. Vücudunuzda su yoksa ruhunuzun ikamet ettiği beden ne görevlerini ne de sizin arzularınızı gerçekleştirebilir.
3- Endişeye değil, neşeye odaklanın. Ancak neşe karşınızdaki kapalı kapıları açan anahtardır. İçinizden gelmiyorsa bile, gülün, kahkaha atın, frekansınızı değiştirin. İçinizden gelmese de radyonun kanalını değiştirin.

4- Yarının problemlerini bugünün enerjisi ile çözemezsiniz. Size bugün için gerekli tüm güç verildi. Ve yarın, yarın için gerekenler verilecek. Taşıyamayacağınız hiçbir yük size verilmez. Kendinize güvenin.

5- Kendi anne babamızı biz seçtik. Onlara gereken saygıyı gösterin. Ne olursa olsun. Kızsanız da, darılsanız da, üzülseniz de, saygı gösterin. Bazen saygı sevgiden de önemli olabilir.

6- Çocuklarınız size ait değiller. Onlara hak ettikleri gibi, bağımsız ve özgür varlıklar olarak gerekli sevgi ve saygıyı gösterin. Ve bilin ki onlar sizi seçti, sizin kendi anne babalarınızı seçtiğiniz gibi. Yaşamak için geldikleri bir yol. Onlar için bir şey yapmak istiyorsanız bu yolu yürümeleri için onlara destek olun.
7- Ruhunuzun ölümsüz olduğunun farkında olun. Hep vardınız ve hep var olacaksınız.

8- Ben akşamdan ertesi sabah 6’da uyanmayı kendime vaat edersem, bu olur. Peki, sözleriniz ile siz her gün, her an ne vaat ediyorsunuz? Kelimeleriniz ile kendinize, öldün diyerek, dizlerim bitti diyerek, bu iş beni hasta etti, diyerek gerçekleşerek kehanetler yaratmayın. Güçlüsünüz, insansınız, Başarırsınız.
9- Yapın. Yapmadıklarınıza pişmanlıklarınız her zaman daha çok olur. Yüreğiniz derinliklerin bir dilek olarak geliyorsa ve size neşe veriyorsa, durmayın yapın.

10- Bilmek istediklerinizi sorun. Soru varsa, cevap mutlaka gelecektir. Her zaman ilk gelen cevap en doğrusudur.
(Alıntıdır) 

AFYONLU ALTI PARMAK AHMET



AFYONLU ALTI PARMAK AHMET

Yıl 1952, Ağustos ayının 20'si; trenimiz Balıkesir'den hareket etmiş,gecenin karanlığı içinde ilerliyordu. Tekerleklerin ray üzerinde çıkardığı mekanik sesler, yavaş yavaş azaldı ve sonra, bir istasyonda durdu. Yolcular indi, yolcular bindi.Kısa bir düdük öttü ve tren tekrardan hareket etti...
Kopartıman kapısından orta yaşlarında bir zat başını uzattı:
"-Gel Hanife burda boş yer var..."
Dedi ve arkasından bize de selâm verdi.

Kendilerine kolaylık gösterip yer verdik; karı - koca pencere önüne geçip oturdular.. Polatlı'ya gidiyorlarmış, kendisinin Çanakkale Gazisi olduğunu, İstiklâl Savaşı'na da gönüllü olarak katıldığını, henüz madalya vermediklerini söyledi. Ama devlete hiç küs değildi. Ne paradan, ne de topraktan söz açtı. Vatan da benim, devlette benim; işte benim madalyam! Dedi ve sağ elini bize uzattı, dört parmağını Seddülbahir Cephesinde bıraktığını, yillar yılı böyle yaşadığını tatlı tatlı ilave etti. "

- Nerelisiniz çocuklar,"
Deyip, bir de bizi konuşturmak istedi.
Ben, Çanakkaleli olduğumuzu, üstümüzdeki elbiselerden göründüğü gibi askeri ögrenci olduğumuzu, Ankara'ya gittiğimizi söyledim... O kadar çok sevindi ki , karısına:

"-Hanife, şu sepeti açta böreklerden ver bakalım çocuklara, yesinler...

"Not defterimi çıkardım. Gazimizin adını ve o zaman ki birliğini öğrenmek istedim.
Amanın dostlar neler anlatıyor neler! Yazmakla bitmez, tükenmez! Her birinin ayrı bir hikayesi, ayrı bir anlamı bir canlılığı var sözlerinde!!!

Gazimiz derin bir nefes aldı; yüzüne bize döndürde ve!!! "
- 12'nci tümen, 1'inci alay, 2'nci tabur, 3'üncü bölük piyade eri, Afyon vilayeti, Sandıklı kazası Hüseyin oğlu Ahmet (Altıparmak) ben Seddülbahir cephesi'ne intikal ettiğim zaman orada zeytinler yeni çiçek açmıştı. Varın siz tarihini düşünün! Etraf yeşillik içinde; düşman gemilerinin attıkları "insan boyu" mermiler vallah toprağı hallaç pamuğu gibi atıyor; derin derin çukurlar açıyordu. Ama bu mermilerden sonra, İngiliz gavuru süngü hucumu yapıp, siperlerimizi ele geçirmek istiyorlardı.
İşte böyle bir bombardıman da düşman mermisinin parçalanması sonucunda, yandan gelen bir şarapnel parçası, tüfeğimi parçalarken, görüldüğü gibi dört parmağımı da alıp götürdü!!!!!

Bir an durdu.Yüzüme baktı... O tek parmaklı elini omuzuma koydu...
"Şimdi size bir destan okuyayım da dinleyin,"dedi:
"O büyük toplardan çıkan mermiler
Havada haykırır bağırır inler
Düştüğü yerleri tarumar eyler
Doğrusu durdurur akl-i insani

O müthiş seslerden kulak işitmez
Toprakta, dumandan göz gözü görmez
Kafirin topları hiç aman vermez
Hasılı beladır bombardımanın

Denizden karadan havadan her gün
Yağdırır ateş demirler bütün
Ceddimiz görmedi böyle bir düğün
Zapt etsin tarihler bu şanlı anı

Çanakkale Harbi erlik meydanı
Erkeklik edenler alır nişanı
Nişanlı askerin başkadır şanı
Bu şanı alanın halistir kanı.

Gazilik bir şandır, şehitlik nimet
Zaten bu can da bize emanet
Verirsek bu yolda, verilir cennet
Şehidin şüphesiz Cennet mekanı.."

"Destur" sözüyle destanı kesti! "-Nerede kalmıştık?" Deyip anlatmaya devam etti:
"-İşte bu savaşta,parmaklarımı kaybettigim sırada, öyle bir hararet bastırdı ki, bir damla su bana hayat vereceğine can-ı gönülden inanıyordum... Yanımda su yoktu. Esasında çevremizde de su bulmak mümkün değildi.

O savaşın kaçınılmaz çaresizliği içinde kıvranıyordum. Karşımda aniden iki yiğit belirdi. Yiğitler beni oturur vaziyette getirdiler. Bileğimi bağlıyarak kanımı durdurdular. Bana bir tas su ikram ettiler. Tam giderlerken, seslendim:sizler kimlersiniz, diye sordum?

Yiğitler:
- Biz, Hazreti Ali'nin evlatları Hasan ile Hüseyin'iz.
Deyip kaybolup gittiler.
Sonra büyük bir gayretle geriye gidebildim. Kilitbahir köyünün az ilerisindeki Ağ Deresi Hastanesine getirdiler. Ilk tedavim orada oldu.

Artık savaş benim için bitmişti. İstanbula oradan da memlekete gönderdiler.

Ortalık yatıştı, Hanife ile evlendim. Iki çocuğum oldu. Birinin adi:Hasan, diğerinin adı da Hüseyin. Bunun da sebebini siz anlayın... Söz yumağı uzayınca:

Hanife hanım araya girdi!
- "Yeter artık Ahmet, çocukları sıkıyorsun..."
Karısının sözlerini duyunca doğruluk derecesini ölçercesine yüzüme baktı. Bizden memnuniyet ifadeleri almasına rağmen, yine de Hanife hanıma saygısından dolayı, söz yumağına şöyle bir ilmik attı. Arkasına yaslandı:
*"- Siz bu vatanın çiçeklerisiniz evlatlarım, dedi..."*

(Alıntı..)

BEŞ AKÇE'LİK KUMAŞ



BEŞ AKÇE'LİK KUMAŞ


Kendi halinde bir tüccardı. Bir gün kumaşları gemiye yükledi. Endonezya’ya gitti, oraya yerleşti. İşini orada devam ettirdi. Kumaşları kaliteliydi. Tam da halkın aradığı cinstendi. Kendisi de kanaat sahibi bir insandı. Kazancı az olsun, temiz olsun düşüncesindeydi. Bir gün geç geldi iş yerine. Eleman iyi bir kâr elde etmişti sattığı mallardan. Merak etti, sordu:

-Hangi kumaştan sattın?

-Şu kumaştan efendim.

-Metresini kaça verdin?

-On akçeye.

-Nasıl olur?” diye hayret etti,

-Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın. Görsen tanır mısın onu?

Eleman gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Dükkan sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, helâllik istedi ve fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri şaşırmıştı. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu.

-Ne demekti hakkını helâl et?

Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden kralın kulağına kadar vardı. Sonunda kral kumaş tüccarını saraya çağırdı. Kral sordu:

-Sizin yaptığınız bu davranışı daha önce biz ne duyduk, ne de gördük. Bunun aslı nedir?

-Ben, dedi tüccar, bir Müslümanım. İslâm dini böyle emreder. Müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı düzelttim.

Kral:

-İslâm nedir, Müslümanlık nedir? gibi peş peşe sorular sordu. Birer birer sorularını cevapladı. Kral ilk defa duyuyordu böyle bir dinin varlığını. Fazla zaman geçirmeden İslâm’ı kabul etti.

Daha sonra kısa süre içinde de halk Müslüman oldu.

250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya’nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştı.
(Alıntıdır) 

BUNLARI BİLİYORMUSUNUZ?

BUNLARI BİLİYORMUSUNUZ? 


HERKESE LAZIM OLAN PRATİK BİLGİLER

1) Gözlüğünüzün vidası çok çabuk çıkıyorsa vidayı takmadan önce,vidanın gireceği deliğe renksiz oje damlatın.Vidayı öyle takın.

2) Satın aldığınız ayakkabılar ayağınızı sıkıyor ise onları bir kaç dakika buhara tutun.

3) Makasınızı bilemek istiyorsanız,zımpara kağıdı kesin.

4) Halıdaki sigara yanıklarından,yanık yer ler üzerinde zımpara kağıdı ile dairesel hareketler yaparak kurtulabilirsiniz.

5) Mobilyaların yerlerini değiştirdiğinizde halıların üzerinde iz bırakır.
Bu izleri yok etmek için izlerin üzerine bir parça buz koyun ve erimesini bekleyin.
Daha sonra üzerinde elektrik süpürgesini gezdirin.İzden eser kalmadığını göreceksiniz.

6) Fermuarlı giyecekleriniziçamaşır makinesine koymadan önce kapalı olup olmadığını kontrol edin.Açıksa zedelenebilirler.

7) Üst üste koyduğunuz bardaklar yapışıp çıkmıyorsa bir leğenin içerisine koyun.
Üstteki bardağın içerisine buz koyup leğenin içerisine yavaş yavaş sıcak su koyun.
Bardakların kolayca çıktığını göreceksiniz.
Satın aldığınız plastik ve cam eşyalarin üzerine yapıştırılan etiketlerden kurtulmak için etiketin üzerine yemeklik margarin sürün ve 15 dakika bekletin.Bir bez ile ovalayıp yıkayın.
Üzerinde hiç bir leke ve çizilme oluşmayacaktır.

9) Ütü yapmayı kolaylaştırmak ve süreyi azaltmak için ütü masasının kılıfının altına alüminyum folyo koyun.
Sıcağı geri yansıtacağındanütü yapmak daha kolay olacaktır.

10) Bez pabuçların temizlenmesi sorun oluyor ise pabuçları bir yastık kılıfının içerisine koyun.
Kılıfın ağzını kapayın ve çamaşır makinasında yıkayın.Yeni gibi olacaklardır.

11) Buz kalıplarınızı su ile doldurmadan önce bölmelere portakal,limon ve dilediğiniz meyve parçacıkları yerleştirirseniz dekoratif buzlar elde etmiş olursunuz.

12) Eğer ayaklarınız çok ısınıp şişiyorsa onları saatlerce sıcak suda bekletmeyin,aksine kolonya ile ovalayın.Bilekleriniz ve ayaklarınız şişmeyecektir.

13) Eğer ayaklarınız çok hassas ise,sıcak havalarda şikayetleriniz artıyorsa,her sabah bir kaç damla zeytinyağı ile ovalayın.

14) Pamuklu giysilerinizin çekmemesi için ilk yıkamada bir gece soğuk suyun içerisinde bekletin,sonra yıkayın,çekmeyeceklerdir.

15) Dirsek ve topuklarınızın sertleşmesini istemiyorsanız,bir dilim limon ile ovun.Böylece yumuşacık olacaklardır.

16) Yeni bir tava satın aldığınızda ilk önce içinde bir miktar sirke kaynatın.Bu işlem ilerde kızartmalarınızın tavaya yapışmasını önleyecektir.

17) Cevizle dost olun.İçindeki yağ beyin hücreleri için çok yararlıdır.Kan şekerini düşürdüğü için şeker hastalarına da uzmanlar tarafından tavsiye edilir.

18) Duvarınıza çivi çakacağınız zaman işaretlediğiniz yerin üzerine çapraz bant yapıştırın.Çiviyi öyle çakın. Böylece duvarın alçısını çatlatmamış olacaksınız.

19) Kızartma yağını bir kaç kez kullanabilirsiniz.Kullanılır durumda olup olmadığını anlamak için kızgın yağın içerisine bir dilim ekmek atın.Ekmekte kara lekeler oluşmuyorsa kullanabilirsiniz.

20) Cevizlerin kabuklarını kolayca açabilmek için onları bir gece tuzlu suyun içerisinde bekletin.Böylece içleri de dağılmayacaktır.

KAVUN KOKUSU Buzdolabındaki kavun kokusu son derece rahatsız edicidir. Bunu gidermek için, dolaba sirke ile ıslatılmış bir peçete koymanız yeterli olur.

SOĞAN KOKUSU Pek çok kişi pişmekte olan soğanın kokusundan hayli rahatsız olur. Bunu önlemenin çok kolay bir yolu var: içine bir-iki karanfil atmak.

TUZLU YEMEK Yemeğin tuzunu fazla kaçırdıysanız, tencerenin dibine birkaç dilim çiğ patates koyup pişirin. Yemeğin tuzu çekilecektir.

BALIK KOKUSU Bıçağınızdaki balık kokusunu çıkarmak çok zordur. Fakat, kuru bir beze bir parça karabiber ekerek bıçağınızı iyice ovarsanız hemen çıkar.

BALIK YERKEN KOKUSU ELİNİZE SİNMEMESİ İÇİN Balığı yemeye başlamadan önce elinizi limonla silerseniz. elinize balık kokusu sinmez. Yıkayınca balık kokusunun elinizde olmadığını göreceksiniz. Aslında bıçağınıza da bu yöntemi tatbik edebilirsiniz.

BALIK PİŞİRİRKEN Balıkları kızartmak üzere yıkadıktan sonra kurulamanızda fayda var. Bu surette balığın una ve yumurtaya daha iyi bulanmasını sağlamış olursunuz.

KİRLİ ELLER Eliniz katran gibi yapışkan bi madde ile kirlenmiş olabilir. Önce vazelinle güzelce silin. Ardında da sabunla yıkayın. Katrandan iz kalmaz.

ÇAMUR LEKESİ Çamur henüz kurumamış ise, ipekli ve yünlü kumaşlarda iyice kurumaya bırakılmalıdır. Sonra çamur sert bir fırça ile fırçalanır ve sirke sürülür.

SÜTÜN TAŞMAMASI İÇİN Sütü kaynatacağınız tencerenin ağız kısmına sıvı yağ sürerseniz sütün taşmasını önlemiş olursunuz.

ÜTÜ YAPARKEN Ütü yapmayı kolaylaştırmak ve süreyi azaltmak için, ütü masasının kılıfının altına alüminyum folyo koyun. Sıcağı geri yansıtacağındanütü yapmak daha kolay olacaktır.

CAM SİLERKEN Camlarınızı silerken suyun içine biraz tuz koyarsanız hem daha kolay temizlenir hem de tertemiz, pırıl pırıl olur.


SARIMSAK KOKUSU Ellerdeki sarımsak kokusunu çıkarmak için avucunuza biraz tuz alıp, hafifçe nemlendirdikten sonra iyice ovalayın. Sabunla da iyice yıkarsanız sarımsak kokusunun çıkmış olduğunu göreceksiniz.

ARI ve SİVRİSİNEK SOKMALARI İÇİN Kesme şekeri hafif ıslatın, sokulan kısmın üzerine hafifçe bastırın zehiri alır ve kaşınmayı şişmeyi önler.

TER KOKUSU Ter kokusuna neden olan bakterilerden kurtulmak için pamuğu şekersiz ve alkol bazlı bir ağız gargarası ile ıslatın ve koltuk altlarına sürün. Koltuk altlarını jiletle yeni temizlediyseniz, bunu denemek için bir gün bekleyin.

ISLANIP BOZULAN TELEFON YA DA KAMERALARINIZ
Telefon veya kameranız suya düşmüş veya ıslanmış ise pilini cikarin ve pirincle dolu bir torbada birkac gun bekletin. Pirincler suyu ve nemi emeceginden telefonunuz tekrar calisacaktir.

Sevgili Peygamberimiz Resulullah ( Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) Bir hadis-i şerifte: “İnsanların hayırlısı (en iyisi), insanlara faydalı olandır” buyurulmuştur.

(Alıntıdır)